Yazarların heralde en çok istedikleri şeydir yazdıkları romanlardaki kahramanların gerçektede bir yerlerde yaşıyor olması.Zaten hep bu temenniyle yazılır,gerçekte bir yerlerde yaşıyor olduğu umut edilir.Peki böyle bir şey olsaydı gerçekte ne olurdu sorusuna cevap veriyor bu film.
Harold Crick bir roman karakteri olduğunu anladığı an hergün yaptığı rutin işleri değiştirerek yaşantısını yani kaderini değiştirmeye çalışır.Böylelikle kadere karşı koyabileceğini düşünür ve kitaplarının sonunda kahramanlarını öldürmesiyle ünlenen yazarın o hazin sonundan kurtulmaya çalışır.Filmin büyük bir bölümünde yaratıcı-kader sorgulaması yapılır.Harold hergün sabah kalktığında yaptığı işleri yapmamaya başlar.Bunu yaparken kaderini değiştirdiğini sanır aslında ama yaptığı şeylerde zaten önceden yazılmış bir senaryonun ürünüdür.Yani o farkında olmasada kaderinin belirlediği çizgide ilerler.Her insanın en büyük korkusu olan ölümden o da korkar ve ölmemek ister ama kaderi belliyken yaşamanında bir anlamı olmadığını düşünür ve bu durumu kabullenir.Ancak yaratıcısının filmin sonunda ona bir sürpriz vardır.Ve böylelikle kaderin önceden yazılmış olmasına rağmen, sonun hiçbir zaman tahmin edemeyeceğimiz türden olması fikri verilmiştir.
Komediyi dramı harmanlayan sıradışı bir senaryo olmuış.İzlerken hayatımızı şöyle bir gözden geçirmemize vesile olan bir film.Emma Thompson ve Maggie Gyllenhaal'un oyunculukları da göz dolduruyor.Yönettiği diğer filmlerle beğenimi kazanan Marc Foster bu filmdede beni yanıltmadı.Yeni filmlerinide sabırsızlıkla bekliyor olacağım.
Harika bir filmdi gerçekten de...
YanıtlaSil